Spoiler!!!

Spoiler!!!Bilmek istemiyorsanız okumayın...

15 Kasım 2013 Cuma

Just You...



 Fabulous Boys'un ardından yine bir 2013 Tayvan dizisinden bahsetmek istiyorum.  Jiro Wang'le beraber Fahrenheit adlı grupta olan Aaron Yan ve Guo Xue Fu'nun başrollerini paylaştığı Just You;
21 bölümlük ve Tayvan'da oldukça popüler olmuş dizi, çok eğlenceli ve sevimli bir seyirlik.
Konu: Cheng Liang Liang bir tasarım firmasında çalışan sevimli,neşeli,iyi niyetli çılgın bir kişiliktir.Bir sabah evine gelen genç adam evi kendisi satın aldığı için Liang Liang'tan taşınmasını ister. Bu şokla işe gelen Liang Liang çalışma arkadaşlarının nişan kutlamasının ortasında yeni patronu ile tanışır, bu kişi sabah kafa tuttuğu yeni ev sahibidir.Yeni patron koyduğu iş yerinde aşk yasaktır kuralıyla Liang Liang'ın yakın arkadaşları Kate ve Alex'in nişanını engeller.
Bu yasağa çok kızan, üstelik hem evinden hem de işinden atılmak üzere olan Liang Liang patronu ve ev sahibi olan ukala,titiz,otoriter Qi Yi'yi yola getirmek için bir plan yapar...


Dizide birbirinden eğlenceli karakterler yer alıyor.Çatlak ofis çalışanları, en az Liang Liang kadar çılgın olan ailesi ve tabii sınır tanımayan Liang Liang geçmişte yaşadığı çok ciddi hayal kırıklıkları olan Qi Yi 'nin hayatına fırtına gibi giriyorlar.Zavallı mantık adamı Qi Yi ise daha bu ortama alışamadan eski rakibi Dean ve onu tek kelime etmeden terk eden eski sevgilisi Jia Yu ortaya çıkıyorlar.



Aaron Yan ve Guo Xue Fu'nun harika bir kimyası ve ve birbirlerine çok iyi uymuşlar.Dizide ki halleri de çok tatlı. Birbirinden tamamen farklı karakterde iki yabancının aynı evi paylaşma çabaları, zamanla uyumlu iki birey haline gelmeleri, hatta bir sabah kendilerinin fark ettikleri gibi neredeyse evli bir çift gibi davranmalarını izlemek çok sevimli.

Birde işin ofis boyutu var.Aşk yasağından yaka silken ofis çalışanlarının bu yasaktan kurtulmak için Qi Yi'nin Liang Liang 'a aşık olması için kampanya başlatmaları ve tabi bütün ofiste yaşanan aşk trafiği oldukça sevimli.
Gelelim dizinin eğri taraflarına,ikinci oğlanımız Dean çok sevimliydi, Liang Liang'tan hoşlanmasına  ve Qi Yi ile aralarında eskiye dayanan bir rekabet olmasına rağmen ikisine de destek olmak için çok uğraştı. Ne yazık ki dizinin finalinde herkes ruh eşini bulurken o yalnız kaldı.


İkinci kadınımız Jia Yu ise saç baş yolduran cinstendi. Çok güzel bir hatundu ama yaptıklarıyla insanı çileden çıkardı...Ama iyi mücadele verdi doğrusu.
Qi Yi Liang Liang'ı tercih etmek konusunda kararlı olmasına rağmen bir türlü becerip bunu eski kırığına kabul ettiremedi.

Son anda Cheng Liang Liang içine düştüğü aptallığı bir kenara bıraktı da kavuşabildiler.
Liang Liang'ın aptallığı da ayrı bir konu. Adam senle tanışmadan seneler evvel hatundan ayrılmış üstelik  bi de terk edilmiş,tam sana kalbini açmış o sırada eski sevgili gelmiş bir de arkandan işinle ve seninle ilgili bir sürü hainlik yapmış sen hala aman Jia Yu üzülmesin.Son anda toparlandı da bir derece gözüme girdi, yoksa o zamana kadar  Jia Yu ne derse yapıyordu.Taşın Liang Liang, Qi Yi'den ayrıl Liang Liang, Git öl Liang Liang vs. vs.

Dizinin final bölümünden de çok hoşlanmadım.20 bölüm boyunca Qi Yi'nin ve Liang Liang'ın sorunlardan kurtulup gerçekten çift olacakları bir bölüm bekledim;finalde herkes yerine yerleşirken esas çiftimiz jenerikten sonraki bir kaç dakikayla yetindiler.Oysa ki gönül isterdi onlarında düğünlerini görelim dimi?


Dizide ki aşk trafiğine kısa bir bakış içinse buraya buyrun

30 Eylül 2013 Pazartesi

Çalıkuşu...

 

Bilenler bilir, bilmeyenlere ben söyleyeyim; ben televizyonda dizi izlemem. En azından son zamanlarda öncesi için bakınız bu yazı , aklımı çelecek yeni bir dizi açıkçası beklemiyordum hatta kitabına aşık olduğum Reşat Nuri Güntekin'in ölümsüz eseri Çalıkuşu'nun yeniden uyarlanacağını öğrendiğimde Feride demek Aydan Şener demektir diyerek burun kıvırmıştım. Huzurunuzda lafımı afiyetle yutuyorum arkadaşlar.
Sadece ilk bölümünü izledim ve ba-yıl-dım...Fahriye Evcen denen hatun muhteşem bir Feride olmuş.
Adettendir diyerek konuyu kısaca geçeceğim çünkü biliyorum ki okumayan, izlemeyen, duymayan yoktur bu alemde.
Küçük yaşta annesi ve babasını kaybeden Feride yatılı okul ve teyzesinin evi arasında mekik dokuyarak büyümüştür. Son derece yaramaz, vahşi ve aksi, sürekli ağaçların tepesinde gezdiği için çalıkuşu lakabını alan Feride'nin kendince en büyük düşmanı ise kuzeni Kamuran'dır.
 

Neyse gelelim diziye...
Öncelikle belirteyim sadece ve sadece can sıkıntısından izledim ve daha ilk yarım saatte ağlaya ağlaya canım çıktı. Feride'nin annesinin ölmesi küçük Feride'nin geceyi ölmüş annesi ile geçirmesi, yere çizdiği anne resminin kucağına kıvrılması, anne ağacının büyümesini beklemesi. Ahhh Çağan Irmak yaktın yıktın beni. Bu arada diziyi Çağan Irmak yönetmektedir ve daha ilk dakikadan vurup geçmiştir kendileri.
Dediğim gibi Feride'yi Fahriye Evcen canlandırmakta bence çok da başarılı bir Feride olmuş...Güzelliği ele avuca sığmaz tavırları tam Feride'lik.


Gelelim diğer tarafa Kuzeni Kamuran'a...Öncelikle kitapla yakından uzaktan alakası. Kitapta sarışın, yeşil gözlü, nazenin olarak tanıtılan Kamuran dizide karşımıza kara yağız Burak Özçivit olarak çıkmakta. Üstelik kitapta, boş gezenin boş kalfası olan Kamuran dizide bir baltaya sap olmuş olarak görünüyor. Neyse deyip bağrımıza taş basarak bu Kamuran'ı da kabulleriniz herhalde diyerek bu bahsi kapatıyorum.

Tabii bizim televizyon dünyamızdaki sündürme politikamıza uygun olarak en az iki sezon sürmesi gerektiğinden dolayı bir sürü yan karakter ve olay eklenmiş. Nasıl ilerleyecek hep beraber göreceğiz.
Ama ne yalan söyleyeyim bir an evvel salıncak sahnesini istiyorum... Hakikatte sevgili sayılmak için  bilinmesi gerekenler ise burada


28 Eylül 2013 Cumartesi

Fabulous Boys...

Bir A.N.JELL macerasına daha hoş geldiniz. Daha önce yapılmış olan orijinali Kore olan You're Beatiful dizisi ve onun Japon uyarlaması olan Ikemen Desu Ne adlı dizilere şu yazımda göz atmıştık.
Şimdi ise Fahrenheit üyesi Jiro Wang ve Chen Yu Xi'nin oynadığı Tayvan versiyonu ile karşınızdayız...

Hala seyretmeyen kaldıysa konuyu kısaca özetleyeyim...
Yetimhanede büyüyen ve rahibe adayı olan Gao Mei Nu, ikiz erkek kardeşi Gao Mei Nan tedavi için gizlice yurt dışına çıkmak zorunda kalınca onun yerine erkek kılığına girerek ünlü müzik grubu A.N.JELL'e katılmak zorunda kalır.
Bana Jang Geun Suk sevgisini aşılayan drama olan ve her bir sahnesini ayrı keyifle seyrettiğim You're Beautiful'u önce Japon uyarlamasında seyretmiştik benim çok da fazla beğenmediğim bu uyarlamanın arkasından Tayvan versiyonu karşımıza çıktı ve selefi Japon uyarlamasını sollayıp iki numaraya yerleşti. Çünkü:

1-Dizinin en büyük özelliği bir kızın erkek kılığına girmesi. Diğer iki versiyonda da çok başarılı bir kılık değiştirme değildi. Bu versiyonda ise daha başarılı buldum. Oyuncu Chen Yu Xi bu işi diğer ikisinden daha iyi kıvırmış.

2-Diğer iki versiyonda beni en çok rahatsız eden nokta kızın erkek kardeşi ile arasında olan ilişkinin azlığıydı. Bu versiyonda ikisini bir arada görme ve erkeğinde kız kardeşini korumaya çalıştığı durumları görüyoruz. Buda diğer iki versiyona nazaran daha duygusal bir dizi yaratıyor.
3-Ve tabi diziyi götüren kişi olan Huang Tai Qing Kore versiyonundaki Hwang Tae Kyung karakteri Jang Geun Suk tarafından inanılmaz iyi canlandırılmıştı. Japon versiyonunda ise Tamamori Yuta Ren karakterini canlandırırken biraz Hwang Tae Kyung havası vermeye çalışmış ama bana göre olmamıştı. Tayvan versiyonunda Huang Tai Qin karakterini canlandıran Jiro Wang farklı bir yol izlemiş daha yumuşak başlı ve uyumlu bir karakteri kendine özgü bir tavırla canlandırmış. Belki de bu yüzden Ikemen Desu Ne'yi izlerken sürekli Jang Geun Suk gözünüzün önünde canlanırken Fabulous Boys aynı etkiyi yaratmıyor.


Gelelim şimdi üç dizi arasında beğendiklerim ve beğenmediklerime...
Konular da ve olaylarda çok fazla farklılık yok. Hemen hemen aynı olaylar aynı sırayla işlenmiş. Esas oğlanımız Huang Tai Qing  Hwang Tae Kyung'na nazaran daha yumuşak başlı bir karakter ve yelkenleri daha çabuk suya indiriyor canlandıran oyuncu Jiro Wang ise oldukçe iyi bir iş çıkarmış. Özellikle annesi ile yediği yemek sırasında alerji krizine girdiğinde diğer iki versiyonda olmayan annesine baktığı sahnesini çok beğendim.
Esas kızımız Gao Mei Nu'ya gelince erkek rolünü daha başarılı bulmama rağmen çok ufak tefek ve kırılgan bir görünüşü olması nedeniyle, uzun boylu ve kaslı Jiro Wang'le kimyaları pek tutmamış.


Bunun dışında erkek rolü yaparken bazı sebeplerden dolayı kıza döndüğü sahnelerde giydiği kıyafetleri daha çok beğendim. Ama en güzel saç tokası hala İkemen Desu Ne'deki Mio'nun..
Ayrıca kıza elektrik çarpıp geceyi esas oğlumuzun yatağında geçirdiği sahnenin devamı üç versiyonda da farklı; Kore versiyonunda Go Mi Nam daha önce uyandığı için Hwang Tae Kyung olayın hiç farkına varmazken, Japon versiyonunda Ren ve Miko aynı anda uyanmışlardı. Tayvan versiyonunda ise Huan  Tai Qing önce uyanıyor ve Gao Mei Nan'a olan hislerini ilk defa orada fark ediyoruz.


Üç versiyonda da esas erkek ve ikinci erkek arasında ki gerilim giderek yükseliyor. Kore versiyonunda birbirlerine ters bakışlar ve imalı sözlerle yetinmiş, Japon versiyonunda Shu-san Ren'in liderliğini sorgulamaya kalkmış, sertçe tartışmışlardı.Tayvan versiyonunda ise bu iş yumruklaşmaya varıyor. Bir ülke daha uyarlarsa ne olur bilmem artık.
Dizilerin final sahneleri de farklı. Kore versiyonu konser itirafının arkasından Go Mi Nyeo Afrika'ya gitmesi hakkında konuşulurken bitmişken, Japon versiyonunda Miko'nun iki yıl sonra dönüşünü görmüştük.
Tayvan versiyonu ise konser itirafının hemen arkasından bitiyor yani kız bir yere gitmeyip aşkıyla kalmayı seçiyor.

Gelelim Tayvan versiyonunda en beğenmediğim kısma...Gao Mei Nan'nın annesini arama çabası ve kendisi de annesiyle sorun yaşayan Huan Tai Qing'i yakınlaştıran daha sonra ortaya çıkan olaylarda bile birlikte olma sebebiyken, nedendir bilinmez burada ikinci erkek de o konuya dahil olmuş -ve bir çok konuda diğer iki versiyonda olmadıkları kadar yakınlar-. Bu da esas kızla erkeğin arasında doğal bir şekilde gelişen ilişkinin biraz daha zorlama olmasına yol açmış bence...
Sonuç olarak You're Beautiful kadar olmasa da Ikemen Desu Ne'den daha iyi bir iş çıkmış ortaya...
Bu karara vardığımıza göre dağılabiliriz...




14 Eylül 2013 Cumartesi

Master's Sun...

Ben devam eden dizilere başlamayı pek sevmem, çünkü diziye bir sardırırsam yeni bölüm gelene kadar sinir oluyorum.Çok nadiren bu kuralımı bozarım örneğin şu yazımda anlattığım sebepler için.
Bu sefer kuralı bozma nedenim can sıkıntısı;evde yalnız olduğum bir gece hadi bi bakalım diyerek izlemeye başladığım ve çok sevdiğim bir dizi Master's Sun...
Belirtmeden geçmeyeyim pek gecenin yarısı evde yalnızken izlenecek bir dizi değil;özellikle ilk bölüm.
Nedenleri ise az sonra...


2013 yapımı olan Master's Sun başrollerini So Ji Sub ve Gong Hyo Jin tarafından paylaşılan ve senaryosu ise Hong kızkardeşler tarafından yazılan bir dizi.Dizilerde beni ilk cezbeden şey konularıdır.Konu özetleri ilgi çekici gelmezse o diziyi izleyemiyorum.İkinci unsur ise oyuncularıdır.Eğer sevdiğim bir oyuncununsa muhakkak o dizinin bir kaç bölümü izlerim, son olaraksa seçim kriterim yorumlardır.Eğer bir dizi çok olumlu yorum alıyorsa en azından bir bölümle şans tanırım.Şimdi bu kriterlerime bir yenisi eklenmek üzere sanırım.Hong kızkardeşlerin yazmış olduğu senaryoları sevmeye başladım.You're Beatiful zaten tartışmasız en sevdiğim dizidir,yine bu kızkardeşlerin elinden çıkma olan The Greatest Love dizisini de çok sevmiştim.Buna karşın My Girl ve Hong Gil Dong adlı diziyi içinde Jang Geun Suk faktörünü barındırmasına rağmen sevemedim.
Sanırım nihai karar için bir dizilerini daha izlemeliyim.Önerilere açığım...
Neyse gelelim bu vatandaşların son yazdıkları dizi olan ve şu an 12.bölümü yayınlanarak bizi merak dolu bir haftada bırakan Master's Sun dizisine...


Tae Gong Sil çok başarılı ve popüler biriyken geçirdiği bir kaza sonucu hayaletleri görmeye başlayan genç bir kadındır.Gece gündüz kendisini rahat bırakmayan hayaletler yüzünden uyuyamamakta kendiside bir nevi hayalet gibi ortalıklarda gezinmektedir.
 

Joo Joong Won ise büyük bir alışveriş ve otel zincirini yöneten ve para hesabı yapmadan adım atmayan bir adamdır.


Bu iki çok farklı kişinin yolları bir şekilde kesişir.Tae Gong Sil Joo Joong Won'nun kendisi için çok önemli bir özelliği olduğunu keşfeder.Bu özellik nedeniyle onun yanından ayrılmaz olur.
 

Joo Joong Won ise deli gözüyle baktığı bu kadından kurtulmaya çalışır.Ta ki kendi çevresinde bulunan bir hayaleti öğrenene kadar...


Dizi iki olay örgüsüyle ilerlemekte, birincisi Tae Gong Sil ve Joo Joong Won'un ilişkileri, kendi geçmişleri ve Joo Joong Won'un hayatındaki çözmeye çalıştıkları sırrı olarak işlenirken,diğer olay örgüsü Tae Gong Sil'e musallat olan hayaletlerin hikayelerinden oluşuyor.Ben özellikle hasta gencin aşkı ve hayaletli oyuncak bebekle uğraştıkları bölümü sevdim...
Gelelim olmazsa olmaz ikincilere...
Seo İn Guk'un canlandırdığı Kang Wo alışveriş merkezinin güvenlik müdürü aynı zamanda Tae Gong Sil'le aynı binada oturmakta, başta oldukça yakınlaşan ikili şimdilik ilişkilerini gerileme dönemine sokmuş durumdalar.


Kim Yoo Ri'nin canlandırdığı Tae Yi Ryung karakteri ise ünlü bir model.Tae Gong Sil'in lisede arkadaşı olan Tae Yi Ryung aynı zamanda alışveriş merkezinin mankeni.
 

Güvenlik müdürü Kang Wo'ya olan aşkına karşılık göremedikçe  ve onun Tae Gong Sil'e olan ilgisine şahit oldukça sinir olsa da çok kötü bir karakter sayılmaz hatta çok sevimli halleri mevcut.Zaten ufak ufak Kang Wo'nun zırhınıda delmeye başladı sanki...
 

Tae Gong Si tam bir ezik.Hayeletler yüzünden başına gelmeyen kalmamış o yüzden kılık,kıyafet,saç,baş bir tarafa bırakmış tek dileği sağlam bir uyku çekmek olan biri, dış görünüşündeki bu ezikliğe rağmen çok zeki,kararlı,bir çok yabancı dil bilen,dürüst bir yapıya sahip;oynayan oyuncuyu daha önce The Greatest Love'da izlemiş ama tipinden çok fazla hoşlanmamıştım burada da pek fikrim değişmedi.Ama çok güzel rol yapıyor onu belirtmeliyim.Özellikle hayaletlere orda burda kahve ısmarlaması çok sevimli...
 

Joo Joong Won ise son dönemlerin modası esas erkek modelinde.Yakışıklı,zengin,cool gözüken ama özünde sevecen ve zayıflıkları olan bir erkek ve kadını için komik durumlara düşmekten çekinmiyor.
Oynayan oyuncu So Ji Sub'ı daha önce izlememiştim ama çok sevimli olduğu halleri var açıkçası...
Dizide çok güzel sahneler mevcut.Birkaç yerde sizi zıplatsa ya da hüzünlendirse de komik sahneleri çoğunlukta.

16 bölüm olarak bildiğim dizinin 12.bölümü yayınlanmış durumda oldukça kötü bir anda biten ve meraktan saç baş yolduran dizinin izlenme oranlarıda bir hayli yüksek.
İzlemek isterseniz türkçe alt yazılı bölümleri oldukça hızlı şekilde nete düşmekte.
Son sözüm bence izleyin pişman olmayacaksınız...
Amma yazmışım...Buraya kadar dayanan okuyucularım için dizinin açılışı gelsin...Öptümmmm....
 

25 Temmuz 2013 Perşembe

Bir Adet Meyve Ölüm Nedeniniz Olabilir mi?

Okul zamanlarında ki kaygısız günlerimde yazın yapmaktan en çok keyif aldığım şey kitap okumaktı;
mekan, zaman fark etmez kitaplarımın yarattığı dünyalarda yok olurdum.
Ama okul bitip de gerçek hayatla karşı karşıya kaldığınızda bu tarz zevklerinize çok az zaman ayırabiliyorsunuz.
Neyse gelelim son zamanlarda okuduğum kitaplara...

Inferno-Cehennem, Dan Brown, 2013



Dan Brown' nun  Altın Kitaplardan yeni çıkan kitabı Cehennem her zamanki çizgisinden çok da farklı değil.Daha önce yayınlanmış olan Robert Longdon maceraları gibi bir çok sanat eserini konu alıyor ve tıpkı bir hazine avı gibi ipuçlarıyla bizi yönlendiriyor.
Konusuna gelirsek:
Robert Longdon başında bir sargıyla uyandığında ne başına ne gelmiş olduğunu, ne hangi günde olduğunu, ne de hangi ülkede olduğunu hatırlamamaktadır. Yanında ise ne olduğu belirsiz bir nesne ve daha büyük sırlara sahip genç bir kadın vardır.
 Not: Diğer kitaplarını okumuş ve sevmişseniz okuyun, üstelik bir kısmının ülkemizde geçmesi ve tanıdık mekanlarda dolaşmaları heyecan verici. Ama onun dışındaki eserler çok bilindik değil internet yardımı almak zorunda kalabilirsiniz...

The Casual Vacancy-Boş Koltuk, J.K.Rowling, 2013
 

Doğan Yayınlarından çıkan bu kitap 592 sayfadan oluşan doya doya okuyacağınız bir kitap vaat ediyor ve orada kalıyor. Ne yazık ki Harry Potter serisinde ki mizahın ve yaratıcılığın onda biri bile yok. Belki gerçekçi bir dünyada çok fazla yaratıcı olunmayabilir, peki mizaha ne oldu, hadi bunlardan vazgeçtim, konu nerde ya da olan herhangi bir şey. Tam 500 sayfa boyunca bir şeyler olacak diye bekledim...olmadı...
Konu: Küçük bir İngiliz kasabası olan Pagford görünüşte huzur dolu ve sakin bir yer olmasına rağmen içinde çok farklıdır. Belediye meclisi üyesi Barry Fairbrother'in aniden ölmesiyle bu farklılıklarla birlikte bir çok zehirli olay ortaya dökülecektir.
Not: Ben sevmedim ve fazlasıyla sıkıldım okurken ama zevkler ve renkler tartışılmaz...

Daha önce şu yazımda bahsetmiş olduğum okumak istediğim iki kitabı da okuma fırsatı buldum, hatta birinin filmini de seyrettim.

Warm Bodies-Sıcak Bedenler, Isaac Marion, 2013


Yine Doğan Yayınlarından çıkmış bir kitap. Kısa sizi sıkmayan basit bir anlatıma sahip.
Konu: Belirsiz bir zamanda dünyanın yine çivisi çıkmış ve zombi salgını başlamıştır. Havaalanını mesken tutmuş olan zombi R eskiden ne olduğunu hatırlamamaktadır. Bir gün direnişçilerden Julie'yi görür ve kalbi atmaya başlar.
Not:Ben her zaman kitapların filmlerden daha güzel olduğunu ve kitaplarının muhakkak okunmasını savunmuşumdur. Bu kitap için öyle bir durum yok tamam çok isterseniz okuyun ama filmiyle de gayet güzel idare edebilirsiniz. Film için iyi bir tanıtım yazısı isterseniz Darkangel'in şu yazısına bakmanızı tavsiye ederim.

The Windup Girl-Kurma Kız, Paolo Bacigalupi, 2012


Versus Yayınlarından çıkmış olan bu kitap benim son yıllarda okuduğum en etkileyici kitap. Zaten kitabın yayınlandığında topladığı ödüllere ve 2009 yılının en iyi on kitabı listesinde olmasına bakıp tahmin etmeniz mümkün, ama okursanız eğer tahminlerinizin ötesinde bir dünya ile karşılaşacaksınız.
Konu:23.yy yer özgür insanların ülkesi Tayland...Dünya artık farklı, petrol yok olmuş, okyanuslar yükselmiş bildiğimiz bir çok kent yok olmuş. Tarım ürünleri tehdit altında öyle ki hastalıklı bir adet meyve kan kusarak ölümünüze sebep oluyor. Dünya ülkeleri bir çok savaş, salgın hastalıklarla uğraştıktan sonra yeni dengeler kurmuşlar ve bu dengelerde en büyük payı bitki dünyasındaki salgın hastalıklarla uğraşan kalori şirketleri almışlar. Bir kaç büyük kalori şirketi Hindistan, Vietnam gibi ülkeleri tükettikten sonra el değmemiş bir tohum bankasına sahip olan Tayland'a gözlerini dikmişler bunun için casuslar göndermişlerdir.Tayland  çok geniş yetkilerle donattığı çevre bakanlığı aracılığı ile bu saldırılara karşı koymaya çalışsa da; çürüyen dünya kendi kurallarını dayatmaktadır. Bütün bu sefilliğin içinde gen laboratuvarlarında üretilmiş yeni insanlarda denen kurma kız Emiko, bilmeden, zorlukla ayakta kalan dengeleri alt üst edecektir.
Not: Kitap mükemmel. Yazarın yarattığı fantastik dünya çok iyi kurgulanmış, tek eksiklik -ona da eksiklik denilebilirse- sadece belli bir olaya odaklanmış dünyanın geri kalanında ne olup bittiğinden bahsedilse de ayrıntı verilmiyor.Bazı kelimeler fazlasıyla tanıdık olmayan teknoloji içerse de genede kitabı takip edebiliyorsunuz. Üzücü sahneler olmasına rağmen çok fazla vahşet ve cinsellik içeren sahne yok, olanlar da zavallı Emiko' nun başından geçiyor zaten.
İşin en kötüsü fantastik bir kitap okuduğunuzun bilincinde olmanıza rağmen olayların sebebi günümüzde tartıştığımız bazı konulara o kadar yakın ki kitapta yazan her şeyin gerçekleşebileceğini içinizde bir yerlerde biliyorsunuz.



19 Haziran 2013 Çarşamba

The Host...

Stephenie Meyer tarafından 2008 yılında yayınlanan The Host-Göçebe adlı roman ülkemizde Epsilon yayınlarından çıkmıştır.2013 yılında filmide yapılan kitaba ve ardından filme şöyle bir göz atmak istedim.
Hemen herkes beyaz volvolu yakışıklı vampir Edward ile gıcık Bella'nın hikayesi olan ve Stephenie Meyer'i ün ve paraya kavuşturan Alacakaranlık serisini bilir.Meyer'in bu serisinin ardından yazdığı kitap olan The Host tarz olarak Alacakaranlık ile büyük benzerlikler taşımakta.Yani işin özeti edebi bir matin beklemeyin.The Host rahat okunan akıcı ve bana göre Alacakaranlık'tan daha başarılı bir kitap en azından Bella'ya katlanmak zorunda kalmamak bile yeterli.Benim Bella antipatimi bir tarafa bırakıp The Host'a odaklanalım:
The Host -Göçebe-

Zamanı belirsiz Dünya...Her şey tıkır tıkır işlemekte,savaşlar yok,açlık yok,cinayetler yok...Ortalık birbirine nazik davranan,sevimli insanlarla dolu...Çünkü dünya işgal altında.
Ruh adı verilen gümüş rengi küçük yaratıkların insan beyinlerini işgal etmesiyle başlayan süreç tüm insanlığı etkisi altına almıştır.
 
 

İşgalden kurtulmuş olan Melanie Stryder isimli genç bir kadın bir gün ele geçirilir ve sekiz dünya dolaşmış tecrübeli bir ruh olan Wandarer-Wanda- içine yerleştirilir.


Melanie işgal konusunda bilinçli olduğundan dolayı bedenini işgal eden ruha karşı koyar ve silinmeyi kabul etmez.Wanda Melanie ile mücadele etmeye çalışır, fakat ortak bir düşman her ikisi içinde tehdit olmaya başlayınca Melanie ve Wanda iş birliği yapar ve Melanie'nin geride bıraktığı kardeşi ve sevgilisini bulmak için yollara düşerler.
 

Şimdi ayrıntılar...(Spoiler)
Melanie ve Wanda ikiside ayrı ayrı harika karakterler.Kavgacı,kararlı Melanie ile adil, şefkatli Wanda bir araya geldiklerinde birbirini dengeleyen bir karakter ortaya çıkıyor.Birlikte Melanie'nin geride bıraktıklarının bulduklarında kendilerini kabul ettirmeleri zaman alsa da kaçak insan topluluğu için büyük fayda sağlıyorlar.


İşlenen aşk üçgenide bu kitapta daha mantıklı.Alacakaranlık'ta Bella'nın Jacob aşkını anlayamazken bu kitapta Wanda'yı anlayabiliryorsunuz.Çünkü Wanda Melanie'nin bedeni ve onun anıları olarak Jared'a aşıkken, kendisi yani bir ruh olarak Ian'a aşık.Zaten bu farklı iki aşk Wanda'nın nihai kararı vermesini sağlıyor.

Gelelim filme...
2013 yapımı The Host'ta Saoirse Ronan,Diane Kruger,Max Irons ve Jake Abel başrolde.
Her zaman ki gibi kitap filmden iyi çünkü kitapta Melanie ve Wanda'nın arkadaşlığının nasıl geliştiğini,Wanda'nın -ve onunla birlikte sizde-Ian'a nasıl yavaş yavaş aşık olduğunu görebiliyorsunuz.Film bunları es geçip bana göre daha boş olan ayrıntılara odaklanmış;
Ama kitabı okuduktan sonra boş vaktiniz varsa izlemek lazım tabii...
 

29 Mart 2013 Cuma

Bir Dizi,Bir Film,Bir Kitap...

Mart ayını pek sevmem hem uzun, hem soğuk, hem de benim için hep zor geçerler...Bu yıl da çok farklı olmadı hem işim, hem ailem, hem de benim için çok sıkıntı çıktı çözmek için uğraştık durduk...Kimisi çözüldü, kimisi yığınlar halinde önümde daha, bakalım...
Neyse asıl konuya dönelim durumlar böyle olunca benim de ilgi alanlarıma ayırdığım vaktim bir hayli kısıtlandı. Koca ayı sadece bir kitap,bir dizi ve bir filmle geçirdim ki onların hepsi de son hafta...
Diziyle başlayalım bu ayın şanslı dizisi Darkangel'in şu tavsiyesi üzerine izlediğim:

The Greatest Love...


Başrollerini Gong Hyo Jin ve Cha Seung Won paylaştığı dizi güldürmek için yaratılmış sanki, bu üzücü ayda iyi geldi doğrusu...Çok anlatmaya gerek yok, Darkangel zaten süper bir şekilde tanıtmış...
Tek sözüm başroldeki kızı kim giydiriyorsa ona; bir insan nasıl bu kadar kötü giydirilir yani on altı bölüm boyunca bir kez bile güzel bir kıyafet giymedi gariban...

Jack Reacher


Film de aslında pek sevmediğim aktörlerden olan Tom Cruise ile çok sevdiğim aktrislerden biri olan Rosamund Pike başrolde...
Lee Child tarafından yazılan seride Tom Cruise Jack Reacher adında emekli bir askeri canlandırıyor.
Konuya gelirsek:
Güneşli bir günde bir keskin nişancı beş masum insanı öldürür...Polisin başlattığı insan avı çok kısa zaman içersin de sonuçlanır ve kirli geçmişi olan eski bir asker tutuklanır. Kanıtlar çok kesindir. Ve katil yakalanmıştır. Bölge savcısı ve sorumlu polis olayı kapatmaya hazırlanırken yakalanan zanlı onlardan Jack Reacher'ı bulmalarını ister.
Eski bir asker olan Jack Reacher ise kendi istemediği sürece bulunabilecek bir adam değildir.
Filmi açıkçası beğendim...İlk başlangıç sahneleri iyiydi, gerçi sonu daha iyi olabilirdi biraz havada kaldı.
Her kitap uyarlamasında olduğu gibi bazı konular es geçilmiş. Çok aman aman bir şey beklemeyin ama aksiyon ve komplo teorilerini seviyorsanız izleyin...
Son olarak gelelim kitaba...

Beyoğlu Rapsodisi


Ahmet Ümit'in şimdiye kadar bir çok kitabını okudum açık ara favorim olan Patasana'yı bir kenara bırakırsak öyle aman aman bu okuduğumda dahil bir kitabını sevmedim...
Üç çocukluk arkadaşı olan sorumluluk sahibi, aile babası Selim, ezik ve başarısız olan Nihat, çapkın ve uçarı Kenan adlı arkadaşların hikayesinin anlatıldığı kitap bir Beyoğlu gezi rehberi kıvamında ilerliyor. Öyle "hadi bakalım neler olacak" diye okurken alakasız bir cinayet davası başlıyor ve hiçbir ipucu verilmeden alakasız bir katil bulunarak kitap kapatılıyor.
Aslında fena değil ama ben üç noktaya çok takıldım...(Öncesinde uyarayım üçüncü nokta feci spoiler kitabı okumayanlar başka taraflara yelken açsınlar bence)
1-Belki İstanbul'u ve Beyoğlu'nu bilenler için cazip olabilir ama benim gibi İstanbul'u pek değil hiç bilmeyen, Beyoğlu denen yeri Taksim-Galatasaray Lisesi arası olarak gören biri için yok orda şu var, şu sokaktan şuraya gidiliyor diye uzun uzun -abartmıyorum- sayfalarca anlatılması beni sıktı, bir yerden sonra hoplaya zıplaya devam ettim açıkçası...
2-Sonuçta bu bir polisiye; ben polisiye kitapları ipuçlarını takip edip katili bulmak için okurum...Bu kitapta yok valla yok...Bitirip başa döndüm acaba ben mi kaçırdım diye yok...Katilin kim olduğuyla ilgili hiç bir ipucu yok. Sanki yazar yazmış yazmış, hadi katilde şu olsun demiş son iki sayfaya sığdırmış.
3-Ve son olarak katile sesleniyorum "Kardeş sen manyak mısın?"...Birisi bana gelip senin ölmüş baban 1920 yılında şunu öldürmüş, ben öyle duydum ya bana para verirsin ya da seni rezil ederim dese bırak para vermeyi ve bu yüzden üç kişiyi  öldürmeyi ağzımı bırakır başka bir yerle gülerim yani bu açıdan bakarsak son iki sayfaya sığdırılmış katilimizin sebebi bana göre çok ama çok zayıf...
Bu yüzden hiç Ahmet Ümit okumadıysanız Beyoğlu Rapsodisi başlamak için iyi değil.Gidin Patasana okuyun, Kar Kokusu okuyun, Şeytan Ayrıntıda Gizlidir okuyun
bence...





16 Şubat 2013 Cumartesi

Aklımdakiler...

Bir ilki yaşıyorum ilk defa izlediklerimden ya da okuduklarımdan değil izlemek ve okumak istediklerimden söz edeceğim...


Romantik Komedi 2:Bekarlığa Veda
Açıkçası normalde çok tarzım olan bir film olmasada fragmanını izledikten sonra acayip merak etmeye başladım.İlk filmi izlediyseniz bilirsiniz Esra (Sedef Avcı) ile Mert'in (Cemal Hünal) tanışma ve aşık olma hikayesi üzerine kuruluydu.İkinci film ise biraz daha Didem (Sinem Kobal) ve Cem (Engin Altan Düzyatan) üzerineymiş.
Bakalım, yarın bir grup dişi olarak gidip seyredeceğiz.
Beni vuran fragmanı izlemek isterseniz buraya buyrun .


İkinci filmimiz bir animasyon;
The Croods
Nisan ayında ülkemizde gösterime girecek olan The Croods, Nicolas Cage,Ryan Reynolds ve Emma Stone tarafından seslendirmesi yapılmış bir taş devri filmi...
Yaşadıkları mağraları bir depremle yok olan Crood ailesi yeni bir yer bulma ümidiyle yollara düşüyor.Yolda Guy adlı genç bir mucitle karşılaşan, Crood'lar muhteşem bir maceraya atılıyor.
Orjinal fragmanı için buraya türkçe dublajlı diğer bir fragman içinse buraya bakabilirsiniz.


Warm Bodies
Üçüncü filmimiz ise bir kitap uyarlaması.Isaac Marion tarafında 2010 yılında yayınlanan dilimize Sıcak Bedenler olarak çevrilen kitaptan uyarlanan ve zombilere farklı bir bakış açısı sunan filmin konusu ise şöyle:
Dünyada bir salgın,salgın etkisiyle zombiye dönüşmüş insanlar ve onları avlayan normal insanlar.Kahramanız "R"(Nicholas Hoult) salgından etkilenmiştir ve kim olduğuyla ilgili hiç bir fikri yoktur.Bir gün kendisini avlamaya gelen Julie'yi (Teresa Palmer) görür ve kalbi yeniden atmaya başlar.


Yine izlemek için Nisan'ı beklemek zorunda kalacağımız filmin türkçe alt yazılı fragmanı ise burada
O zamana kadar kitabıyla yetinmek zorundayım sanırım.


Kurma Kız
Aramalarım sonuç verir de bulabilirsem çok okumak istediğim bir başka kitapta Paolo Bacigalupi'nin 2009'da yayınlanmış Kurma Kız adlı kitabı.
23.yy Tayland'ında geçen bu kitapta küresel ısınmanın dünyayı ne hale getirdiği,salgınlar,insan genetiğiyle oynamanın ne tür sonuçlar getirdiği anlatılmaktaymış...
Şimdilik bu kadar.....