Spoiler!!!

Spoiler!!!Bilmek istemiyorsanız okumayın...

20 Aralık 2012 Perşembe

Hobbit:Beklenmedik Yolculuk


J.R.R Tolkien tarafından çocuk kitabı olarak yazılmış Hobbit'i okuduğumda bende çocuk sayılırdım,Yüzüklerin Efendisi'nin öncesinin anlatıldığı bu kitapta Bilbo Baggins'in maceralarının ve hırsızlık kariyerinin başlangıcı ve yüzüğün ele geçirilişi anlatılıyordu...
 

Kitabı okuyalı  uzun zaman olduğundan dolayı ayrıntıları çok fazla  hatırlamıyorum ama en azından filmini izlediğimde konuya aşinaydım.
Peter Jackson tarafından yönetilen filmde son yılların en popüler Sherlock Holmes uyarlamalarından biri olan Sherlock dizisinin Dr.Watson'u Martin Freeman, daha öncede Gandalf rolünde izlediğimiz Ian McKellen ve 2006 yapımı Robin Hood dizisinin kötü adamı Richard Armitage başrolleri paylaşıyor.Yüzüklerin Efendisi'nden tanıdığımız bazı simalarda filmin sürprizleri arasında...
Müthiş görsel efektlerin süslediği filmin konusuna gelirsek:
Shire topraklarında mutlu mesut yaşayan sıradan bir Hobbit olan Bilbo Baggins'in bir gün sürpriz bir konuğu olur.Gezici büyücülük yapan Gri Gandalf tarafından cesur prens Thorin'nin 13 kişilik cücelerden oluşan grubuna hırsız olarak seçilmiştir.Görevleri ise Erebor Krallığı'nı bir ejderhadan geri almaktır.


Neden seçildiği konusunda ne beraber yola çıkacağı cücelerin nede kendisinin bir fikri olmayan Bilbo bütün Orta Dünya'nın kaderini değiştirecek bir maceraya atılır.


Yine bir üçleme olarak düşünülmüş film 2s 50dk olan süresiyle oldukça uzun,bu uzun süreyi bir de üç boyutlu olarak izlediğinizi düşünürsek gözleriniz oldukça yorulabiliyor çünkü filmin özellikle ikinci yarısı bir hayli hareketli ve karmaşık,buna rağmen oldukça güzel sahneleri mevcut özellikle Cücelerin Goblinler'den kaçtığı sahne oldukça uzun ve gösterişli olmasına karşın benim en çok etkilendiğim sahne yağmurun altındaki Kaya Adamlar'ın dövüş sahnesi oldu...


Gandalf karakteri kendisi için yazılmış gibi duran Ian McKellen yine harikalar yaratıyor,Martin Freeman ise gerçekten çok iyi bir Hobbit olmuş...
Eğer Yüzüklerin Efendisi'ni okuduysanız ya da izlediyseniz -ki pek seyretmeyen kalmamıştır o yüzden düzelteyim sevdiyseniz- Hobbit'e muhakkak gidin, yalnız gideceğiniz saati dikkatli seçin çünkü sinemaya girdiniz,reklamlar bitti,film başladı,ara verildi,film bitti derken yaklaşık üç buçuk saat kadar vakit harcıyorsunuz;örneğin ben eve geldiğimde gece saat 2.30'du ama değdi...




13 Kasım 2012 Salı

10 Things I Hate About You...

Julia Stiles ve Heath Ledger'in başrollerini paylaştığı 1999 yapımı gençlik filmi bir çok görüşe göre bir kült...


Birbirinden güzel ve eğlenceli sahnelerle dolu film ünlü İngiliz oyun yazarı William Shakespeare'nin Hırçın Kız adlı oyununun modern bir uyarlaması...
Konuya gelirsek,
Transfer öğrenci Cameron (Joseph Gordon-Levitt) yeni geldiği okuldaki ilk gününde, okulun en popüler kızlarından biri olan Bianca'ya (Larissa Oleynik) aşık olur.


Fakat popüler ve sevimli Bianca ile popüler olmak için hiç bir çabası olmayan, sevimsiz ablası Kat'in (Julia Stiles) babaları tarafından konulmuş bir kuralları vardır,her iki kardeşte flört etmedikçe erkeklerle çıkmaları yasaktır.
 

Kat ise o kadar sert bir karakterdir ki okuldaki hiç bir erkek yanına yaklaşamamaktadır.Cameron ve en yakın arkadaşı Michael bir plan yaparak Kat'le flört edebilecek kadar gözükara birini ararlar sonunda buldukları isim okulun kötü çocuğu Patrick Verona'dır (Heath Ledger).



Film başından sonuna kadar sıkılmadan izlenebilecek sevimli sahnelerle ve birbirinden güzel şarkılarla dolu...



Filmin 2009 yılında yapılmış 20 bölümlük birde dizisi var.Konunun çok az değişiklikle yansıtıldığı dizi oldukça eğlenceli olmasına karşın birden bire bitirilerek izleyicilerini mesela beni hayal kırıklığına uğratmıştır.Dizide şehre yeni taşınanlar Bianca ve Kat...


Yine Cameron Bianca'ya aşık ama bu sefer Bianca en yakın arkadaş olarak kalmaları konusunda ısrarcı.Kötü çocuk Patrick Verona ise burada filmin tersine ünvanını sonuna kadar hakediyor.
Fakat dizi o kadar kötü bir yerde yarım bırakılmış ki son sahnede saçınızı başınızı yolmak geliyor içinizden, yine de Kat ve Patrick ikilisine filmde doyamadığınız için dizi yirmi bölümlük bir eğlenceyi garanti ediyor...


Heath Ledger'den unutulmaz bir performans için...
Veee nefret edilen 10 şey için...

2 Kasım 2012 Cuma

City Hunter...

 
 
Faith bitsin diye beklerken,yine bir Lee Min Ho dizisine takıldım: City Hunter...
Açıkça söylemeliyim ki uzun zamandır,aksiyon,komedi,duygusallık dengesini bu kadar güzel kurabilen bir dizi izlememiştim.


Bir Japon mangasından uyarlanan ve başrollerini Lee Min Ho ve Park Min Young'un paylaştığı dizi bir intikam ve aşk hikayesi:
1983 yılında özel bir askeri birlik gizlice Kuzey Kore topraklarına gönderilir, bu saldırıyı planlayan beş kişi yarı yolda harekatın fazla tehlikeli olduğuna karar verir ve gönderdikleri askerleri ortadan kaldırarak olayı kapatmaya karar verirler.Bütün askerler öldürülür.
Bu temizleme operasyonundan sağ kurtulan tek asker olan Lee Jin Pyo intikam yemini eder ve kendisini kurtaran arkadaşı Park Moo Yul'un bir aylık bebeğini kaçırarak kayıplara karışır.
28 yıl sonra  Lee Jin Pyo kendi oğlu gibi büyüttüğü Lee Yoon Sung ile geri döner.Onlar artık intikam için yaşayan iki tehlikeli adamdır ve düşmanları ne kadar güçlü olursa olsun saklanacak yerleri kalmamıştır.


Diziyi çok sevdim...
Bir kere konu çok güzeldi,intikam sebepleride,şekilleride kafada soru işareti bıramayacak şekildeydi bu tür kesin çizgileri fazlasıyla seviyorum.
Jin Pyo ve Yoon Sung'un yani baba-oğulun  karşı karşıya geldiği her sahnede çok gerildim,sonuçta aynı ağır şartlardaki hayata beraber katlanmış,aynı intikam duygusunu paylaşan çok zeki,güçlü iki adam işin zalimlik kısmına gelince farklılaşıyorlardı ve çok etkileyiciydi.


Yoon Sung'un resmini görünce aşık olduğu ve Kore'ye gelir gelmez bulduğu Kim Na Na'da çok güçlü ve kararlı bir karekterdi,ne öyle birden aşık oldu ne aşık olduğu adam ondan uzaklaştığında yüzsüz,salya sümük hallere düştü ne de çabucak vazgeçti, sonuna kadar aşkını korumaya çalıştı.


Bunlar haricinde kalan bir karakter daha vardı ki, tamamen suçsuz bir kurbandı.Savcı Kim Young Joo...
Kendisi yakışıklı,zeki,dürüst ve başarılı bir savcıyken tamamen babasının günahlarına bir de Jin Pyo ve Yoon Sung'un güç mücadelesine kurban gitti.Dizide beni en çok üzen kısım buydu.


Bütün 20 bölüm boyunca takıldığım bir kaç nokta oldu.Birincisi söz konusu bütün kişiler sanki aynı mahallede oturuyormuş gibi birbiriyle önceden tanışıktı, bu bana pek olmamış gibi geldi, ayrıca Şehir Avcı'sının taktığı maskede bir başka doruk noktası adam kuş kadar maskeyle nasıl tanınmadan dolaştı bilmem insan kar maskesi filan taktırır en azından...Tabii birde son sahne Yoon Sung ve Na Na'nın akibetleri havada kalması hoş olmadı sanırım bir ikinci sezon planlanmış...
Tabii birde tamamen diziden bağımsız bir nokta ama...Yoon Sung ve Başkan'nın balık tuttuğu sahnede içecek alınması gerektğinde Başkan'nın o kadar korumanın arasından tek bayan korumasına içeçek getirmesini istemesi ayrımcılık çağrıştırdı bana...
Sonuç olarak City Hunter bünyesinde, en büyük sırrı babasının kim olduğu olan ve kurbanı olduğu kaderden yara almadan kurtulmaya çalışan genç bir adam,ucunda ölüm bile olsa görevinden şaşmayan bir savcı,esen rüzgarlarla savrulan genç bir kadının korumaya çalıştığı aşk,karşısına dikilen kim olursa olsun ezip geçmeye yeminli, ölüme susamış bir düşman ve bir ülkenin kaderini elinde tutan beş güçlü adamın ödediği bedeli barındırıyor...

22 Ekim 2012 Pazartesi

İki Diziyle Fantastik Geçmişe Yolculuk...

Aslında bitmemiş dizilere başlamayı sevmiyorum çünkü en can alıcı yerinde bir hafta beklemek zorunda kalıyorum.Anlatmayı da sevmiyorum çünkü uzakdoğulu senaristlere hiç güvenim yok, gayet güzel giden dizileri berbat bir sonla bitirebiliyorlar.
Kuralımı biri başrol oyuncusu, diğeri konusu ilgimi çektiği için iki diziyle bozdum.
Her iki dizide benim en sevdiğim türleri birleştirmiş durumda,tarihi,fantastik,romantik ve vıcık vıcık olmayan yerinde komedi.İkisini de çok sevmeme rağmen konusu hoşuma gittiği için başladığım dizi biraz daha ağır bastı bende,zaten böyle düşünen tek kişi de değilim izlenme oranlarına baktığımızda Güney Kore halkıda benimle aynı fikirdeymiş.
Gelelim konulara:



   Arang and Magistrate
Lee Jun Ki ve Shin Min Ah'ın başrollerini paylaştığı Joseon Döneminde geçen dizide,neden ve nasıl öldüğünü hatta kim olduğunu bile hatırlamayan bu sebeple öbür dünyaya gitmeyi reddeden hayalet Arang'ın hikayesi anlatılıyor.
Hazırcevap,aksi bir hayalet olan Arang,kasabaya yeni gelen genç soylu Kim Eun Oh'un hayaletleri görüp,duyabildiğini öğrenir.Kim olduğunu ve neden öldüğünü öğrenmek için onun bu yeteneğinden faydalanmak ister.Kim Eun Oh ise kendinden başka kimseyi umursamayan,yıllardan beri gördüğü hayaletlerden bıkmış,kendi sırları olan bir adamdır.Başta Arang'a yardım etmek istemeyen Kim Eun Oh uzun zamandır aradığı annesine giden cevapların Arang'ta olduğuna inanınca ona yardım etmeye karar verir.
  


   Faith
Lee Min Ho ve Kim Hee Sun'ın başrollerini paylaştığı Faith yine tarihi ve fantastik bir dizi.Zengin olmak konusunda büyük takıntıları olan estetik cerrah Yoo Eun Soo, onun cerrahi yeteneklerine ihtiyaç duyan Choi Young tarafından 600 yıl önceye Goryeo ülkesine kaçırılır.Kraliçenin hayatını kurtaran Yoo Eun Soo önceleri bir kamera şakasına kurban gittiğini sansada,cennetten geldiği ve geleceği bildiği söylentileri yayılınca hayatı tehlikeye girer.Onu kaçıran kralın başmuhafızı Choi Young ise onu korumak ve geri gönderebilmek için canını ortaya koyacaktır.
Şimdi geçelim karşılaştırmalarına...
*Bölüm sayısı:Arang 20 bölümdü zaten bitti,Faith ise 24 bölüm onunda dört bölümü kaldı,bu ay sonunda ona da veda edeceğiz.



*Konu:Arang'ın konusu ilk baştan dikkatimi çektiği için başlamıştım ve yanıltmadı da ilk bölümlerde ki heyecan devam etti bazı mantık hatalarını görmezden gelirsek,konudan çokda fazla sapmadı.
Faith için konu daha sakin başladı en önemli olay doktorun yaptığı zaman yolculuğu iken dizinin ortalarına doğru birden yaşanan gelişmelerle heyecanı arttırıp,ters köşeye yatırmayı başardı.



*Oyuncular:Lee Min Ho zaten favori oyuncularımdan biridir.O yüzden kendisine manevi bir yakınlık duymaktayım.Lee Jun Ki ise My Girl'de izlemiş olmama rağmen -zaten o diziyi pek sevmem-pek iz bırakmamıştı amma velakin baktımda hiç de fena bir oyuncu değilmiş.Kızlara gelince Shin Min Ah açık arayla favorim oldu, diğer bayan oyuncuya da lafım yok ama Lee Min Ho'nun yanına fazla büyük kalıyor bence.
*Karakterler ve Çiftler:Genel eğilimin aksine her iki dizideki kadın karakterlerin ikiside güçlü,kararlı kadınlar,erkek karakterlerimiz de onlardan aşağı sayılmaz.Her iki çiftte birbiriyle sürekli atışan beklenmedik anlarda romantizm kokan davranışlarda bulunan çiftler, o yüzden hangi çifti daha çok sevdiğime bir türlü karar veremedim.Ama Faith'in diğer bir çifti olan Kral ve Kraliçe'de ilgimi çeken ikili oldu.



*Dekor,giysiler vs.vs.:Arang'ta dekorlar ve tarihi hava  arka planda unutulan merdiven veya çamurlu kıyafetlerin bir sahne sonra temiz olması gibi hataları görmemiş gibi yaparsak oldukça güzeldi ve resmen bir moda gösterisi kıvamında farklı kıyafetler gördük.Faith'te böyle hatalar ya yok ya ben görmedim. Kıyafetlere gelince Lee Min Ho'yu o üniformayla gömecekler sanırım, doktorun giydiği eski püskü kıyafetleri de saymıyoruz, allahtan kraliçe var da gözümüz süs görüyor.



*Müzikler:Müzik özürlüsü olarak bu konuda kendimi konuşmaya yetkili görmesem de Arang'ın açılış parçası olan müzik hiç fena değil.



*Göze çarpanlar:Arang'ta ki Yeşim İmparatoru Yoo Seung Ho ve Faith'te Hekim Jang karakterini canlandıran Secret Garden'dan tanıdığımız Lee Phillip...






*Final:Arang bitti.Kime ne oldu hepsini gördük,çok aman aman bir son olmasa da en azından kim neyi neden yapmış,kim ne ceza almış,kim mutlu olmuş biliyoruz.Sona hazırlanan Faith ise bazı konularda işaretler vermeye başladı, şimdiye kadar konudan sapmadan sağlam adımlarla ilerlediği için umutluyum...
Sonuç olarak ikisi de izlemeye değer güzel ve kaliteli yapımlar...






17 Ekim 2012 Çarşamba

Austen Kitapları...

Son birkaç gündür ödevini yapmadığı için ödev günü karnına ağrılar giren öğrenci modundaydım, nedeni ise Jane Austen tarafından yazılmış olan diğer kitaplar yazımın gecikmiş olması...Neyse yazalım bakalım:

Jane Austen'nin en tanınmış eserleri olan Emma ve Pride and Prejudice'yi incelemiştik zaten, bu gün kalan diğer kitaplarına şöyle bir göz atıp bitireceğiz...

Sense and Sensebility 1811



 Türkçeye Kül ve Ateş,Akıl ve Tutku gibi farklı isimlerle çevrilen bu roman,Jane Austen'in yayınlanmış ilk romanı olma özelliğini de taşıyor.
Kalabalık bir karakter listesi olan kitap birbirinden oldukça farklı karaterlere sahip olan iki kızkardeş, duygusal Marianne Dashwood ve mantıklı Elinor Dashwood'un hikayesini anlatmakta.Ayrıca belirtmeliyim ki bütün  Austen kitaplarının en alçak kötü adamı da bu kitapta bulunuyor.
Austen'nin yazdığı kitaplar arasında en bilinenlerden biri olması sebebiyle bir çok uyarlaması mevcut olmasına karşın en ünlüsü 1995 yapımı olan ve Daswood kardeşleri Kate Winslet ile Emma Thompson'un canladırdığı filmde, onlara eşlik eden Hugh Grant ve Alan Rickman'ı izleyebilirsiniz.
Thompson,Grant ve Rickman üçlüsünü 2003 yapımı Love Actually'de izledikten sonra genç hallerini izlemek çok keyifli...



Mansfield Park 1814



Bizde Umut Parkı adı ile  de tanınan bu kitap küçük Fanny Price'nin Bertham Konağına gelmesiyle başlamakta.
Kalabalık ve dar gelirli bir aileye mensup olan Fanny yetiştirilmek üzere çok zengin ve saygın kişiler olan teyzesi ve eniştesinin konağı olan Bertham evine çağırılır.Baskıcı teyzesi,korkutucu eniştesi ve kendinden büyük kuzenleriyle hiç bilmediği bir ortama giren Fanny yıllar içersinde yumuşakbaşlı ama yeri geldiğinde bildiğinden şaşmayan kararlı biri haline gelir.Bitişik eve Crowford kardeşlerin taşınması ise sakin yaşamları kökünden sarsılır.



Benim sevdiğim kitaplardan olan Mansfield Park'ın biraz değiştirilerek uyarlandığı 1999 yapımı Frances O'Conner ve Jonny Lee Miller'in başrollerini paylaştığı film oldukça ünlü.
İlginç bir notta bu filmde başrol olan ve Edmund karakterini oynayan Jonny Lee Miller'den;kendisi 1983 yapımı olan Mansfield Park'ta Fanny'nin abisini canlandırmış ayrıca yine onu 2009 uyarlaması mini dizi Emma'da Mr.Knigthley olarak izledik.

Northanger Abbey 1818



Benim okumadığım ya da izlemediğim tek Austen kitabında orta sınıf bir aileye mensup olan Catherine Morland'ın farklı bir ortamda karşılaştığı Henry Tilney ile olan hikayesi anlatılmaktaymış...
Hakkında çok da fazla bir bilgim olmadığı için burada kesiyorum...

Persuasion 1818



Austen'nin son kitabı olan Persuasion, İnanç adıyla çevrilerek raflarda yerini almıştır.Çoğu kişi bu kitabı çok sevmesine rağmen ben biraz sıkıcı bulmuştum, ama yazarın olgunluk dönemi eseri olarak kayda değer bir yere sahip.Diğer bütün kitaplarından farklı olarak kadın kahramanı o dönem için oldukça ileri sayılacak bir yaşta.
27 yaşında soylu fakat geliri az bir ailenin ortanca kızı olan Anne Elliot 18 yaşındaykan aşık olmuş fakat züppe babasının onaylamaması yüzünden evlenememiştir.Yıllar sonra aşık olduğu adamla tekrar karşılaşır.Yüzbaşı Wentworth fakir ama gururlu bir gençken, zengin olmuştur ve başka biriyle nişanlanmak üzeredir.
1960 ve 1971'de mini dizi,1995 ve 2007'de televizyon filmi olarak uyarlanan Persuasion'a yapılan en ünlü gönderme 2006 yapımı Sandra Bullock ve Keanu Reeves'in başrollerini paylaştığı The Lake House filmindedir.

Filmdeki karekterlerin kitabı konuştukları sahne
En son olarak Jane Austen hakkında herşey için burayı ziyaret edebilirsiniz.






22 Eylül 2012 Cumartesi

Ma Boy...

Son iki yazıdır devam eden Jane Austen furyasına kısacık bir ara veriyorum sayın izleyiciler...
Çünkü size kısacık,sevimli ve değişik bir diziden bahsetmek istiyorum...


Kısa çünkü üç bölüm,sevimli çünkü lisede geçen bir aşk hikayesi,değişik çünkü her zaman alışık olduğumuz erkek kılığına giren kız yerine bu sefer kız kılığına giren erkeği izliyoruz...
2012 yapımı başrollerini Kim So Hyun,Sun Woong ve Min Hoo adlı bebelerin paylaştığı gençlik dizisi sabun köpüğü gibi hoş bir seyirlik...
Konuyu kısaca açmak gerekirse,Jang Geu Rim hayranı olduğu çok ünlü bir popstar olan Tae Joon'nun okuduğu yatılı bir sanat okuluna kabul edilir.Fakat Tae Joon'nun gözü yine çok ünlü olan diğer bir öğrenci Irene haricinde kimseyi görmemektedir.Irene ise Tae Joon'da dahil bütün öğrencileri görmezden gelmektedir.
Jang Geu Rim Irene ile aynı odaya düşer.Ama istediği arkadaşlığı bulamaz Irene onunla konuşmamaktadır bile.Geu Rim önceleri bunun Irene'yi ünlü yapan gizemli kız imajından olduğunu düşünür.
Bir gece Irene hastalandığında Jang Geu Rim farkeder ki Irene gizemli bir kız değildir, hatta kız bile değildir.

                                   

Bu diziyi izlemeye başladım çünkü bir erkeğin kız rolünde nasıl olduğunu merak etmiştim.Görünen o ki biz kızlar erkekleri taklit etmekte daha başarılı oluyormuşuz.Yine de oyuncu Sun Woong'un hakkını yemeyelim elinden geleni yapmış belki biraz daha ufak tefek olsaydı daha iyi olabilirdi.Üstelik yakışıklı ve sevimli bir çocuk, elimde olmadan gelecek projelerini merak ettirdi bana.
Jang Geu Rim rolüne müthiş uymuş.Ortalıkta Tae Joon diye sayıklarak gezerken bile Irene'yi korumak istemesi ve bu yüzden neredeyse okkanın altına gidecek olması güzeldi.Onu canlandıran Kim So Hyun ise mimikleriyle filan bana fena halde Yoon Eun Hye'yi hatırlattı.


Ünlü idol Tae Joon'a gelince normal hayatında bile kameralar karşısında yaşıyormuşçasına havalarda dolaşan biri olmasına rağmen çok temiz kalpliydi.Bütün o cool takınma çabalarına rağmen sürekli bir sakarlığa maruz kalmasına ve Irene'e asılma çabalarına bittim.
Oyuncuların umut verdiği değişik bir yapım olmuş keşke bir kaç bölüm daha olsaydı...



20 Eylül 2012 Perşembe

Emma...

Jane Austen'nin 1815 yılında yayınlanan ve benim favori kitaplarımdan biri olan Emma,yazarın en çok tanınan eserlerindendir.


Tıpkı Aşk ve Gurur kitabında olduğu gibi kahramanımız bir kadındır.Ama Aşk ve Gurur'dan ve diğer kitaplarından farklı olarak kahramanımız Emma Woodhouse yüksek sınıftan bir hanımefendidir.
Yaşadığı bölgenin en seçkin ailelerinden Hartfield Konağının küçük hanımı olan Emma, güzel,zeki,sevimli bir ladydir.Kendi konumunun ve ayrıcalıklarının farkında olan Emma, evlenerek hiç rahatını bozmaya niyeti olmadığından, başkalarını başgöz ederek eğlenmektedir.Bu amaçla kanatları altına aldığı Harriet Smith'i evlendirmeye çalışan Emma, insan kalbini hafife aldığı için hayal kırıklığına uğrayacak ve hiç beklemediği anda kendi gerçek aşkını kaybetme telikesiyle karşı karşıya kalacaktır.
***Emma Aşk ve Gurur kadar akıcı bir kitap değil; daha durağan ilişkilere sahip ve Emma'nın katı hayat görüşleri özellikle de hatalı olanlar okurken insanı yorabiliyor,buna rağmen Emma'nın saflığı ve temiz kalpliliği ve Mr.Knightley'in eleştirileriyle mücadele ederken ki olgunlaşması sıkılmadan okunmasını sağlıyor.
Jane Austen'nin bütün kitaplarında olduğu gibi Emma'nın da bir çok uyarlaması vardır.Bunlardan en ünlüsü hem en başarılı bulduğum uyarlama olan hem de beni Jane Austen ile tanıştıran yapım olan başrollerini Gwyneth Paltrow ve Jeremy Northam'ın paylaştığı 1996 yapımı Emma isimli filmdir.



***Kitapla aynı dönemde geçen ve hikayede ise çok az farkılılığın olduğu mükemmel bir uyarlama.Gwyneth Paltrow'un muhteşem performansı ve Jeremy Northam'ın çekici Mr.Knightley canlandırması mükemmel bir film olmasına sebep olmuş.Üstüne üstlük muhteşem doğa manzaraları da filme inanılmaz romantik bir hava vermiş.
Mr.Knightley bana göre en çekici Austen erkeğidir.Jeremy Northam ise bu rolde o kadar iyidir ki
başka hiç oyuncu henüz yerini dolduramamıştır.



***Yine ünlü bir uyarlama olan başrollerini Alicia Silverstone ve Paul Rodd'un paylaştığı 1995 yapımı Clueless günümüzde geçen bir uyarlama olarak boy göstermekte.



İngiltere yerine Beverly Hills ve çevresinde geçen eğlenceli bir seyirlik.İsimler farklı olmasına rağmen karakterler kitaba çok benzemekte.


***Bir Austen kitabı olurda Hint uyarlaması olmaz mı?Olmaz tabi ve karşınızda başrollerini Sonam Kapoor ve Abhay Deol'ün paylaştığı 2010 yapımı Aisha...



Yine günümüzde geçen bir uyarlama.Kitaptan çok farklı olduğu söylenemez ama bu filmde ki en büyük eksiklik Mr.Knightley ve Emma arasında ki yakınlık.Çünkü onlar herşeyden önce evlilik yoluyla akraba olmalarının yanı sıra birbirlerinin en yakın arkadaşı konumundalar.Aisha'da bu biraz eksik kalmış.Bununla birlikte zengin Hintliler nasıl yaşıyormuş bu filmle öğrenebiliyoruz...



***Yine 1996 yapımı olan başrollerini Kate Beckinsale ve Mark Strong'un oynadığı televizyon filmi olan Emma filmin çok gölgesinde kalıyor bana göre.


Kitaba çok bağlı bir uyarlama olmasına rağmen Gwyneth Paltrow ve Jeremy Northam rollerinde o kadar çok parlıyorlarki Beckinsale ve strong çifti onların yanında sönük kalmış...



***Mini seri olarak yapılan başrollerini Romola Garai ve Jonny Lee Miller'in paylaştığı 2009 yapımı olan Emma ise yine kitaba bağlı bir uyarlama.


Dört bölümden oluştuğu için kitabı daha ayrıntılı yansıtmasından dolayı izlemeye değer...
 
 


Elbette uyarlamalar bu kadar değil.Daha ayrıntılı isteyenler buraya bakabilirler.
Son olarak izlediğim Emma'ların en iyisinden bazı sahneler...






Seyretmeyen kalmasın...